Bilmek Değil Sadece Hayal Etmek İnsanı Mutlu Kılar-Stefan Zweig’e Dair

Bir kaç saatte bitirdim !!

Stefan Zweig kitapları, benim güzel yolculuk kitaplarım.. Kimisini 2 kere okudum (Satranç & Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu). Belki doğru yorumlamayı yapacak kadar edebiyat ilgim yok ama ben Zweig kitaplarındaki karakter betimlemelerini o kadar seviyorum ki! Öyle güzel ve insana bir paragrafı baştan okutturacak cümleleri, kendinizi “o” hissettirecek anlatımları oluyor ki..

Kerem Kına’nın kitabı, Stefan Zweig biyografisi “Bilmek Değil Sadece Hayal Etmek İnsanı Mutlu Kılar”ı görünce hemen aldım, bir günde ve hatta bir kaç saatte de bitirdim. Zaten klasik biyografik yazılara kıyasla çok akıcı bir şekilde yazılmış.

Stefan Zweig’in hayatının bir nevi dönüm noktalarını, fikirlerini, görüşlerini, sanata bakış açısını, önemli eserlerinin esinlerini, sanatsal dostluklarını, savaş karşıtlığını, barış yandaşlığını, bu uğurda ortaya çıkardıklarını, siyasi etkileşimini, veda edişini, alıntılarını… çok güzel özetleyen bir kitap olmuş. Bunun yanı sıra, en sevdiğim kitaplarının, en güzel! cümlelerini aralara eklemiş, okurken sanki tüm kitaplarını da baştan okumuş kadar mutlu hissettim.

Benim kitap ayraçlarım kalemlerimdir; çünkü satırların altını çizerek okumayı, zaman geçtikçe kitapları alıp altı çizili satırları tekrar okumayı çok seviyorum. Ve hatta hiç kalem kullanmadığım kitaplar bana eksik kalmış hissettirir. İşte bu kitap benim çizdiğim satırlar ve hatta sayfalarla, aldığım notlarla dolu şimdi. Üstelik neden istisnasız her okuduğum kitabını bu kadar sevebildiğimi düşünürdüm ve şimdi buna cevaplarım var.

  1. Eserlerinde yeterince yaşanmışlık ve gözlem olduğunu düşünmüyorsa, o esere olan inancı hep kaybolmuş, bu yüzden gezmiş, gözlemlemiş, önce yaşamış sonra yazmış. Birbirinden bu denli farklı karakterlerin her birini bu kadar net ve gerçekçi tanıtıyor olmasının sebebi bu olmalı.
  2. Gereksiz ayrıntılardan uzak, sade, akıcı, tempolu bir anlatıma önem vermiş her zaman ve yazılarını düzenleme aşamasında büyük bir kısmını silerek sadeleşmeyi seçmiş. Bu işi “vazgeçebilme sanatı” olarak adlandırmış.
  3. Hayatı boyunca savaş karşıtı olmuş ve en zor dönemlerde (1. Dünya Savaşı, Hitler Almanyası..) sanatıyla, yazarın deyimiyle “savaşa savaş açmış”. Ve hatta bu tutku onu ölüme götürecek ki yazar bu bölümü, kitap sonunda o kadar güzel aktarıyor ki ben bu yazıda öylece bahsedemeyeceğim..

“Bu dünya hassas bir kalbin yaşamasına izin vermeyecek kadar kötü bir yerdi.”

“…savaşın birleştirdiği insanların coşkusu… Savaş tüm Viyana’yı birleştirmişti. Her kesimden insanın tek bir duygu etrafında birleşmesi Zweig’in en çok istediği şeydi fakat bu, savaş için değildi… Dünya, Birinci Dünya Savaşı’na garip bir romantizmle giriyordu. Hala liderlerine güvenen bu insanlar, liderlerinin gereksiz saçma bir savaşa girmeyeceğine inanıyordu. Savaş onlara bir masal gibi geliyordu… Nefret dört bir yanı o kadar sarmıştı ki bu yapılanın bir çılgınlık olduğunu dile getirmek vatansız, hain olma ile suçlanıp linç edilmek demekti…”

Sevgilerle…

Şeker Portakalı’na Dair

Ah Zeze ah…

Bilen bilir, pek duygusal bir insan değilimdir ve genel olarak duygusal filmlerden, kitaplardan, hikayelerden kaçınırım, çok hoşlanmam. Belki bu kitabı da bu yüzden okumakta bu kadar geç kalmışımdır ama kitabı içim cız ede ede iki akşamda bitirdim. Zaten yeterince zorlu şu dünyada kendimize bunu neden yapıyoruz bilmiyorum ama içim parçalanarak okudum. Ah Zeze ah.. Şeker Portakalı kapak.jpg

“Bilesin ki kalbimiz kocaman olduğu sürece sevdiğimiz her şey içine sığar.”

Yaramazlıklarında bile ne kadar masum, ne kadar merhametli ve bir o kadar merhametsizlikle büyümüş bir çocuk. Öyle ki ona hep eziyet eden babası için bile aklında ki tek intikam “onu kalbinde öldürmek ve iyiliğini istemekten vazgeçmek” Sonra bir gün Portuga ile tanışıyor. Ona gerçekten babalık eden, ona sevgi, ilgi ve merhamet gösteren Portuga’yla. Zeze’nin deyimiyle “onun yanındayken mutluluğun kalbinde güneş gibi parladığı” Portuga’yla 🙂 Maalesef bu birliktelikte çok uzun sürmüyor ve acıyla bitiyor..

Aslında kitabın adı olan Şeker Portakalı, Zeze’nin onunla konuşan, özellikle Portuga’dan önce sıkıntısında yanına koşup dertleştiği biricik arkadaşı portakal fidanı. Ama ben Zeze’nin gerçek baba figürü boşluğunu bu -konuşan- portakal fidanı ile doldurmaya çalıştığını ve hatta Portuga’nın da aslında bu portakal fidanı olduğunu düşünüyorum, yani kendimce yorumluyorum. Bu şekilde hissetmemin sebebi ise Zeze’nin Portuga ismini bu Portakizli adama kendi vermiş olması ve ***spoiler kitabın sonunda portakal fidanın kesileceğini öğrendiğinde aynı anda Portuga’nın da ölüm haberini alması, üzerine acı içinde hastalandığında babasının fidanını hemen kesmeyeceklerini söylediğinde şu sözleri sarf etmesidir;

“Kestiler bile baba, bir haftadan (Portuga’nın ölümü üzerinden geçen ve Zeze’nin acıdan hasta olduğu bir hafta) fazla oldu, şeker portakalı fidanımı kestiler.”

Sadece altı yaşındaydı. Onun babası terbiyenin şiddetle verildiğine inanan, hayattaki zorluklarının acısını ailesinden çıkaran, çok geç olana kadar şefkatini gösteremeyen bir adamdı. Şeker portakalı sığındığı, dertleştiği arkadaşı, Portuga ise ona gerçek babalığı yaşatan, ilgilenen, şefkat gösteren, acılarını saran adamdı. Şeker portakalı kesildi, Portuga’sı öldü.. Sonra dedi ki;

“Küçücük çocuklara her şeyi neden anlatmak gerek? Bana her şeyi çok erken anlattılar.”

Sevgilerle…

PS: Kitabın içerdiği hem psikolojik hem de fiziksel şiddet içerikli anlatımlardan dolayı asla çocuklar için uygun olduğunu düşünmüyorum.

Yazar hakkında bilgi edinmek için tıklayınız.

Harry Potter’a Dair

Filmlerini defalarca izlediğim, ipucu ve detay videolarını kaçırmadığım, J. K. Rowling’in yayınladığı “büyücü dünyasına ait” diğer tüm yazıları takip ettiğim Harry Potter serisinin nihayet kitaplarını da okudum!

5a2ff3aaae78491200df34c7

Ben genelde filmi olan bir romanın önce kitabını okuyup, daha sonra filmini izleyen ve genelde filmini yetersiz bulan kesimdenim. Dolayısıyla filmlerinden dolayı sonunu bildiğim kitapları okumaktan çok hoşlanmam ve tersini tercih ederim. Ancak Harry Potter’ın da bir döneminde yer aldığı bu uçsuz bucaksız “büyücüler ve cadılar dünyasına” kendimi o kadar kaptırdım ki kitaplarındaki detayları da tabi ki kaçıramazdım. Kaldı ki filmlerde akıllarımızda oluşan boşlukları kitaplardaki filmlere yansıtılamayan veya süre dolayısıyla atlanan detaylarla doldurmuş olmak, bir de kitapları okurken filmlerini tekrar izliyor olma hissi nasıl güzeldi..  Dediğim gibi ben bu dünyaya ilkokul yıllarımda Harry Potter ile girmiş olsam da, bu yaşımda hala yayınlanan diğer büyücülük okullarının hikayelerini (Ateş Kadehi’nde de bahsi geçen Durmstrang Enstitüsü, Beauxbatons Sihir Akademisi, Ilvermorny Cadılık ve Büyücülük Okulu vs.), farklı ülkelerdeki sihir yasalarını, karakter analizlerini, tarihlerini okumayı ve kendimi kaptırmayı hala çok seviyorum. Bunun da tabi ki en büyük sebebi Rowling’in bu denli fantastik bir dünyanın tüm kurgusunu inanılmaz mantıksal kurgularla oluşturmuş olması ve dünyayı sürekli genişletiyor olmasıdır. (Her ne kadar Harry Potter öncesi dönemi anlattığı Fantastik Canavarlar serisinde bir takım hatalar veya henüz açıklayamadığımız durumlar oluşsa da, genelde bir çok sorunun cevabını hep ilerleyen serilerde alarak ilerlediğimiz için yine öyle olacağını umuyorum. Hatta Rowling de röportajlarında kendisine sorulan sorulara sıklıkla ‘bu sorunun cevabını iki film sonra alacaksınız’ ya da ‘bu sorunun cevabı ilk kitapta gizliydi’ gibi yorumlarda bulunabiliyor ki gerçekten de önemsiz görünen öylece atladığınız bir çok detay ilerleyen kitaplarda karşınıza ‘evet bundan bahsedilmişti’ denilen önemli konulara yardımcı bir nokta haline geliyor.) Bu arada ben fantastik kurguları (filmler, seriler, romanlar, kısa hikayeler..) her zaman çok sevmişimdir ancak Rowling büyücü dünyasının benim için yerini şöyle açıklayabilirim. Yarı akıllı evimizde yapay zeka olarak kullandığımız Alexa “lumos” (ışık açma büyüsü) ve “nox”(ışık kapatma büyüsü) büyülü kelimeleri ile çalışıyor. :)) Sanırım bir çok büyü sözcüğünü ve nasıl çalıştığını da ezbere biliyorum ve hatta asaları ve özelliklerini ve karakterlerin hangi büyülere yeteneği olup olmadığını, Hogwarts binalarını ve özelliklerini… Tüm bunları bilmek size garip gelmesin çünkü aslında bir noktada kendinizi “Ron’un asası kendisini seçmediği için büyüleri başarısız oluyor veya bu büyüyü Snape icat ettiği için o bunu yapabiliyor ya da asa telleri aynı olduğu için asaları kitleniyor, Seçmen Şapka Gryffindor kılıcını verdi çünkü..” vs. gibi yorumlar yaparken buluyorsunuz.  Zaten hikayenin güzelliğini de tüm bu detayları bilmek oluşturuyor diye düşünüyorum.

Kitap serisine gelirsek, öncelikle asla benim yaptığım hatayı yapmayın ve ‘filmlerini izledim kitaplarını okumayacağım’ demeyin! Zira kitapları okuyup filmleri tekrar izlediğinizde keyfiniz ve ilginiz katlanarak artacak. Tabi eğer fantastik kurgu seviyorsanız. Gerçi her şey o kadar mantıklı detaylandırılmış ki bir nokta da böyle bir dünyanın varlığına gerçekten inanmanız da mümkün 🙂

Bir de söylemeden edemeyeceğim, sanırım 7 koca kitap boyunca düşündüğüm bir şeyin, son kitapla yıkılması kadar sonu beni etkileyen başka bir kitap okumamıştım. Tabi önce filmini izlediğim için kitapları okurken bunun bilinciyle okudum ki bu da güzel bir eleştirisel bakış açısı sağladı. Ama son filmdeki şaşkınlığım da senaryonun yani kurgunun başarısı tabi ki.

Son olarak çıkan sekizinci kitap (Lanetli Çocuk) – tiyatro metni, bizzat Rowling tarafından yazılmadığı için hiç beğenilmeyen ve çok fazla olumsuz yorum alan bir kitap oldu. Ben özetini okudum ve bence bu büyülü dünyada Rowling’in sınırlarını bence de aşmamalıyız. Dolayısıyla konusunu ben de sevmedim ve tavsiye etmiyorum.

Bu seri için yazabileceğim çok çok fazla şey var ama zaten hakkında yazılan da çok yazı var. Gerçekten bir kitap olmaktan çıkıp farklı bir dünya olduğu ve sürekli büyüdüğü için Harry Potter ile bir adım atmanızı tabi ki çok tavsiye ediyorum. Aşağıya bu dünya ile ilgili yazılar ve videolar içeren bir kaç link bıraktım, kendinizi kaybetmek isterseniz göz atabilirsiniz.

https://www.pottermore.com/explore-the-story/harry-potter

https://fantastikcanavarlar.com/

Dünyadaki Diğer Büyücülük Okulları Açıklanmaya Başlandı!

https://onedio.com/haber/harry-potter-evreni-hakkinda-daha-once-duymadiginiz-nefes-kesici-40-detay-824170

https://onedio.com/haber/harry-potter-evrenine-tamamen-hakimim-diyenler-buraya-gizemleriyle-bizi-etkileyen-seride-gozumuzden-kacan-18-efsanevi-detay-830982

https://onedio.com/haber/harry-potter-kitaplarinda-olmasina-ragmen-beyaz-perde-uyarlamasinda-yer-almayan-25-onemli-sahne-831560

https://onedio.com/haber/harry-potter-in-cagimizin-serisi-oldugunu-kanitlayan-26-ince-dusunulmus-sihirli-detay-766883

https://www.google.com.tr/amp/s/onedio.com/amp-haber/potterheadler-bu-icerikte-toplaniyor-harry-potter-kitaplariyla-ilgili-az-bilinen-17-gercek-786635

Yine YouTube üzerindeki bazı videolarda farklı büyücülük okulları ve diğer ülkelerdeki büyücü toplulukları ile ilgili bilgiler bulabilirsiniz. Mösyö Taha ve Nilüfer Baş YouTube kanallarını da takip etmenizi öneririm.

Sevgilerle…

Yazar hakkında bilgi edinmek için tıklayınız.

Başlangıç’a Dair

“Gelecek nesillerin şimdiki geleneklerimize bakıp bir cahiliye devrinde yaşadığımız sonucuna varacağına inanıyorum. Buna ispat olarak da ilahi bir şekilde sihirli bir bahçede yaratıldığımız veya her şeye gücü yeten yaratıcımızın kadınların başını örtmesini emrettiği ya da tanrılarımızı şereflendirmek için kendi bedenlerimizi yakmaya olan inancımızı gösterecekler. Tıpkı yağmurun ve ateşin nasıl oluştuğuna dair olan boşluğu bilimle doldurduğumuzda, yağmur ve ateş tanrısına olan inancın cahillik olduğunu anlamamız gibi.”

Capture.PNG

Dan Brown’ın her romanında olduğu gibi yine bilimin dine, dinin siyasete etkileri, bilgili bir başrol, yardımcı bir güçlü kadın, simgeler, detaylar, bu detayların ince işlenmiş bağlantıları, ikonik lokasyonların size içerisinde yürüyormuşsunuz hissi veren çok başarılı betimlemeleri, art arda çevrilen sayfalar…

Okuduğum 4 kitabı arasında beni hem en sürükleyeni hem de en etkileyenidir. Etkileyiciliğinin en büyük sebebi ise kitabın ana konusunun benim bakış açımla inanılmaz eşleşmesi ve bence bir çok insan için ufuk açıcı bir konu olması. Ve hatta özellikle bizim gibi dini; siyaset, eğitim, bilim gibi her alanın temeline oturtmaya çalışan, maalesef sabit fikirli ve aksini düşünmeyi bile kendine yasaklayan -evet bir konu üzerinde düşünmeyi bile kendine yasaklayabilen- bir milletin bile okuduğunda anlayabileceği bir açıklıkla yazılmış olması. Ayrıca tüm bu görüş ve fikirleri bize öyle bir kurgu ile sunuyor ki bu kitapta gerçekten son sayfaya nasıl geldiğinizi anlamayacaksınız!

“Her şeye gücü yeten bir tanrının, tekamülünü tamamlamış iki insan yarattığına ve bu ikisinin aile içi evliliğin hiçbir kalıtsal sorunuyla karşılaşmadan, farklı ırklara ve tüm gezegene hayat verdiğine inanıyorlar…Gülmek kolay ama  bu inanışlar komik olmaktan çok korkutucu. Bu fikirleri destekleyenlerin çoğu akıllı, eğitimli, meslek sahibi insanlar. Aralarında doktorlar, avukatlar, öğretmenler ve hatta bazen ülkedeki en yüksek makamlara gelmiş kişiler var…ABD’li Kongre Üyesi Paul Broun, Temsilciler Meclisi’nin Bilim, Uzay ve Teknoloji Komitesi’nde, ona milyonlarca yıl öncesine ait bir fosille ilgili bir soru sorulduğunda ‘inancımızı sınamak için fosilleri tanrı oraya koydu’ diye cevap verdi. Cehalete izin vermek, ona güç vermektir.Kendi türümüzü batıl inanışlardan sıyırmadığımız sürece zihinlerimiz sahip olduğu yeteneklerden faydalanamayacağız.”

Yazıma eklemiş olduğum kitap alıntılarının zihninizde oluşturduğu soru işaretlerinin tüm cevapları kitabın son sayfalarında! Siz de din ve bilimin etkileşimi ile ilgili ufkunuzu açmak, konuyla ilgili yapılan büyük çalışmalardan biraz bilgi sahibi olmak (Miller-Urey deneyi gibi), kabul de etseniz, inkar da etseniz ya da onaylasanız da, onaylamasanız da farklı görüşleri okumak, teknolojinin bizi nereden alıp nereye sürüklediği ile ilgili fikir sahibi olmak ve tüm bunları nefes kesen bir Dan Brown kurgusuyla okumak isterseniz hiç beklemeden kitaba ulaşın ve ilk fırsatta kendinizi Gaudi’nin yapılarında kaybedin. Bu arada kitap İspanya’da Bilbao ve Barselona şehirlerinde geçiyor. Üç ay Barselona’da yaşayan ve kitapta geçen mekanlarda hayranlıkla bulunan biri olarak yapılan mekan betimlemelerinin çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Dan Brown’ın farklı kitaplarında kullandığı popüler mekanları (Louvre Müzesi, Vatikan Klisesi, Floransa Katedrali, Sagrada Familia Klisesi, Ayasofya….) gittiğim zaman nasıl gördüysem kitaplarında da aynı ayrıntılarıyla okudum ve bu bana hep daha fazla keyif veren bir nokta olmuştur.

Sevgilerle…

Yazar hakkında bilgi edinmek için tıklayınız.

Dorian Gray’in Portresi’ne Dair

0001700758001-1.jpg

“Evet, Dorian, bana daima düşkün olacaksın. İşlemeye cesaret edemediğin tüm günahları temsil ediyorum ben.”

Hayatı boyunca dış görünüşü ve cinsel tercihleri dolayısıyla acı çeken Oscar Wilde romanındaki üç ana karakteri için şöyle demiştir; “Basil Hallward, ben olduğumu sandığım kişidir; Lord Henry dünyanın ben sandığı kişidir; Dorian ise benim olmak istediğim kişidir, belki başka bir çağda.”  Kitabı bu özdeşleştirme ile okursanız eğer, repliklerin betimlediği duygu ve düşünceleri daha iyi anlayabilirsiniz diye düşünüyorum. Zira romanı oluşturan kurgudan ziyade bu üç ana karakterin ana özellikleri ve zamanla ruhsal değişimleri.  Aynadaki görüntüsüne, portresine aşık bir adam, öyle ki günden güne yaşlanıyor, değişiyor ve bu değişimle mutsuzlaşıyor. Yaşlanmayan portresinden nefret eder hale geliyor. Portresini çizdiği adama hayran bir diğer adam, öyle ki hayranlığı sonu oluyor.

Bunun yanı sıra geride bırakılan bir aşk var romanda. Dorian Gray gibi kendi güzelliğine aşık, herkesin ilgisine sahip bir adamın bana göre gerçek olmayan aşkı ile yaptığı işe aşık bir kadının bu şekilde etkilediği adamı kaybedişini de okuyacaksınız. Aşağıdaki satırlar ise sizi de roman boyunca en çok etkileyeceğini düşündüğüm satırların sahibi olan, romanın ana karakterlerinde aydın ve bilgin kişi Lord Henry’e aittir.

“Birisi sana olan aşkından kendini öldürdü. Keşke böyle bir deneyimi yaşayabilseydim ben de. Beni hayatımın geri kalanı boyunca aşka aşık ederdi.”

Heyecanla sonunu bekleyerek okuduğum bir roman değil ancak sık sık kimi satırları ikinci kez okuduğum, bol bol altını çizdiğim, durup bir düşünerek ilerlediğim bir hikaye oldu ve bana Oscar Wilde ile kısa bir sohbet etmişlik hissi verdi.

Sevgilerle…

Yazar hakkında bilgi edinmek için tıklayınız.

Öksüzler Treni’ne Dair

Bir zamanlar birbirinden üzücü hikayelerle ailesini kaybeden küçük yaştaki çocukların ve hatta bebeklerin, yeni ailelere kavuşturulması amacıyla farklı şehirlere, kasabalara taşındıkları tren, Öksüzler Treni.

0000000611894-1

İlk bakışta ‘kimsesiz çocuklara aile bulma’ fikri kulağa hoş gelse de, onlar çoğu zaman sahiplenen, koruyan, kollayan ailelere değil, ücretsiz işçi, temizlikçi, köle olmaya gidiyorlar. Kitapta insan yerine koyulmamanın, küçük yaştaki büyük sorumlulukların, ufacık insanlıklara duyulan büyük minnetlerin, aşağılanmanın, çaresizliğin, sabrın sınırlarının, mücadelelerin hikayesi var. Bazen acımasız insanların kötü sonu, bazen iyi insanların içindeki acımasızlıklar, bazen güzel tesadüfler ile heyecanla okunan bir roman olmuş. Tabi kitap genel olarak içinizi sızlatsa da zaman zaman yüzünüzü de güldürüyor merak etmeyin 🙂

Bence sahip olduklarınızın değerini hatırlamanız için Christina Baker Kline’dan harika bir seçim!

Sevgilerle…

Yazar hakkında bilgi edinmek için tıklayınız.

Adsız Kahraman’a Dair

Suzanne Brockmann’ın Adsız Kahraman isimli romanı aksiyon dolu olduğuna inanarak okumaya başladığım ama daha ziyade ikili arkadaşlık ve aşk hikayelerine dayalı bir roman. Kitabın esas konusu olarak belirtilen aksiyonlar yoğun olarak yaklaşık son 50 sayfada ancak karşınıza çıkıyor. Bunun dışında kitap genel olarak üç hikayeyi birleştiriyor denebilir. Ama özellikle aşk hikayelerini sevenler için akıcı bir tatil kitabı olduğunu söyleyebilirim. Heyecanla kesinlikle okumalısınız diyemiyorum ancak kendini okutan kitaplardan biri.

select

 

Suzanne Brockmann aslında bir çok eseri olan ve kahramanlık-aşk hikayelerini birleştirmeyi seven bir yazar.  Tatil günlerinizde hayal gücünüzü çok yormadan, hızlı akan kitaplar arıyorsanız tercih edebilirsiniz.

Sevgilerle…

Yazar hakkında bilgi edinmek için tıklayınız.

Kayboluş’a Dair

0000000347444-1.jpgBilim-Kurgu sevenler hemen edinip okumaya başlasın! (: Hayal gücünün sınırlarını çok zorlayan kitaplardan biri. Kitabı bir buçuk günde bitirdim ve sanırım Ken Grimwood’un diğer kitabı olan Sil Baştan’ı da ilk fırsatta alıp okuyacağım. Hikaye o kadar kurgu, o kadar gerçekten uzak, özellikle sonu o kadar fantastik bitiyor ki, bu tarz romanları sevmeyenleriniz ‘saçmalık’ diyip bir kenara atabilir. Ancak ben gerçek olamayacak, hayal gücünü zorlayan hikayeleri okumayı da ayrı bi seviyorum. Özellikle de bu kitap kadar hem kolay ilerleyen, hem de inanılmaz sürükleyici, merakla okutan hikayeleri..

Kitabın çok sevdiğim bir yanı da yazı boyutunun ve sayfa renginin okumaya çok elverişli olması. Sanırım bu tercihler yapılırken ‘nasılsa okuyucu saatlerce elinden bırakamayacak, bari gözlerini olabildiğince yormayacak şekilde basalım’ diye düşünülmüş olabilir 🙂

“Hayatınızı başka bir insanın bedeninde yaşasaydınız…” Merak ediyorsanız ve bilim-kurgu seviyorsanız bu kitap mükemmel bir haftasonu tatili tercihi olabilir.

Son olarak kitapta hikayeye bağlı olarak epilepsi hastalığı ile ilgili bilgiler de saklı, dikkatinizi çekebilir.

Sevgilerle…

Yazar hakkında bilgi edinmek için tıklayınız.

Ferrari’sini Satan Bilge’ye Dair

Hala bu kitabın adını duymayan biri var mı? Hiç sanmıyorum 🙂 Ben kitabı ikinci kez okudum. İlk okuduğumda kitaptan yeterince verim alabilecek yaşta değildim. Yaklaşık 4 aydır düzenli olarak yoga yapmaya başladığım için kitabı da bir kez daha okumak istedim. Çünkü temel mantalitede kitabın vermeye çalıştığı bakış açısı ile yoga birbirini tamamlar nitelikte. Hatta kitapta okuduğum bir çok cümle, yoga derslerimde özellikle meditasyon duruşlarında çok sevdiğimiz hocamızın sürekli kullandığı cümleler ve -bilen bilir- insan zihnine pozitif etkisi yadsınamaz.

189062_2

Ben kitabı okudukça içimi huzurla doldurdum; hayatıma, kendime, zamanıma verdiğim değeri biçtim. Yoğun hayatınızda kendiniz için yapmak isteyip yapamadıklarınız konusunda cesaret veriyor ve hayatınıza huzur katacak olan 7 temel ilkeden bahsediyor; zihni kontrol etmek, hedeflerin peşinde koşmak, kendini geliştirmek, disiplinli yaşamak, zamanın değerini bilmek, yardım etmek ve anı yaşamak. Tabi ki bu ilkeler bu şekilde sıralayınca sizi yeteri kadar aydınlatmayacaktır. Ancak kitabı okursanız her bir ilkeye nereden, nasıl bakmanız gerektiğini, hayatınıza ne derece adapte etmeniz gerektiğini küçük hikayelerle, örneklerle fark edeceksiniz. Kim bilir, belki siz de yaşam tarzınızı baştan aşağı değiştirmeyi seçersiniz. Ya da hayatınıza ufak ufak olumlu kararlar eklersiniz. Unutmayın hayatınız çok değerli, sadece size ait ve nereye yönlendirirseniz oraya gidecek, ne şekil verirseniz öyle olacak. Peki neden daha barışık, huzurlu, mutlu, bilgili ve sağlıklı olmasın ki? Bir yerden başlamak istiyorsanız, o nokta bu kitap olabilir.

“… bazı kitaplar tadına bakmak, bazıları önce ağızda iyice çiğnemek ve bazıları da bütün halde yutmak içindir.” diyor yazar. Bana kalırsa Ferrari’sini Satan Bilge iyice çiğnenecek olanlardan. Hayatın koşuşturmasına kapıldıkça ele alınması gerekenlerden..

Sevgilerle…

Yazar hakkında bilgi edinmek için tıklayınız.

Amaç’a Dair

Amaç ve Hız  Jeff Cox ve Eliyahu M. Goldratt (ilk kitabın ikinci yazarı) tarafından yazılmış, seri sayılabilecek, birbirini tamamlayan iş romanlarıdır. Bu iki kitap günümüzün rekabete dayalı iş dünyasında çok çok önemli hale gelen iyileştirme, geliştirme, mükemmele yaklaşma konularının yöntemlerini ve temel yaklaşımını basite indirgenmiş örneklerle çok güzel bir açıklıkta anlatmaktadır. Alanımla doğrudan ilgili olan ve o zamanlar yalnızca ders notu olarak okuduğum Kısıtlar Teorisi ve Yalın Düşünce yaklaşımını hikaye tadında örneklerle okumak çok eğlenceli ve faydalı oldu. Ben bir endüstri mühendisi olarak özellikle endüstri mühendisleri olmak üzere tüm mühendislerin, mümkünse öğrencilik dönemlerinde mutlaka ve mutlaka okumasını öneririm. Şahsen kendim de öğrencilik dönemimde kitaplarımı elden ele birçok bölüm arkadaşımın okuması için paylaştım. Öyle ki şu an kimde olduklarını hatırlayamıyorum bile 🙂 

İş romanı türü sizi sıkıcı olduğu ön yargısına sürükleyebilir. Ben de kitaba ilk başlarken “ders kitabı” gibi yaklaştığım için  keyif almayacağımı yalnızca öğretici olacağını düşünmüştüm. Ancak bir iş romanı bu kadar sürükleyici olabilir miydi? Çok kısa bir zamanda heyecan ve merakla tamamladım kitabı ve hemen ikinci kitabını temin ettim. Henüz çalışma deneyimim yokken bu kitaplar sayesinde teorik bilgimin örneklerini okudum ve temel yaklaşımları çok basit, açık örneklerle kavradım.

Özellikle yeni mühendis meslektaşlarıma ya da adaylarına kesinlikle ve kesinlikle okumalarını öneriyor, öğrenirken çokta keyif alacaklarını temin ediyorum.

Sevgilerle…

Yazar hakkında bilgi edinmek için tıklayınız.