Bilmek Değil Sadece Hayal Etmek İnsanı Mutlu Kılar-Stefan Zweig’e Dair

Bir kaç saatte bitirdim !!

Stefan Zweig kitapları, benim güzel yolculuk kitaplarım.. Kimisini 2 kere okudum (Satranç & Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu). Belki doğru yorumlamayı yapacak kadar edebiyat ilgim yok ama ben Zweig kitaplarındaki karakter betimlemelerini o kadar seviyorum ki! Öyle güzel ve insana bir paragrafı baştan okutturacak cümleleri, kendinizi “o” hissettirecek anlatımları oluyor ki..

Kerem Kına’nın kitabı, Stefan Zweig biyografisi “Bilmek Değil Sadece Hayal Etmek İnsanı Mutlu Kılar”ı görünce hemen aldım, bir günde ve hatta bir kaç saatte de bitirdim. Zaten klasik biyografik yazılara kıyasla çok akıcı bir şekilde yazılmış.

Stefan Zweig’in hayatının bir nevi dönüm noktalarını, fikirlerini, görüşlerini, sanata bakış açısını, önemli eserlerinin esinlerini, sanatsal dostluklarını, savaş karşıtlığını, barış yandaşlığını, bu uğurda ortaya çıkardıklarını, siyasi etkileşimini, veda edişini, alıntılarını… çok güzel özetleyen bir kitap olmuş. Bunun yanı sıra, en sevdiğim kitaplarının, en güzel! cümlelerini aralara eklemiş, okurken sanki tüm kitaplarını da baştan okumuş kadar mutlu hissettim.

Benim kitap ayraçlarım kalemlerimdir; çünkü satırların altını çizerek okumayı, zaman geçtikçe kitapları alıp altı çizili satırları tekrar okumayı çok seviyorum. Ve hatta hiç kalem kullanmadığım kitaplar bana eksik kalmış hissettirir. İşte bu kitap benim çizdiğim satırlar ve hatta sayfalarla, aldığım notlarla dolu şimdi. Üstelik neden istisnasız her okuduğum kitabını bu kadar sevebildiğimi düşünürdüm ve şimdi buna cevaplarım var.

  1. Eserlerinde yeterince yaşanmışlık ve gözlem olduğunu düşünmüyorsa, o esere olan inancı hep kaybolmuş, bu yüzden gezmiş, gözlemlemiş, önce yaşamış sonra yazmış. Birbirinden bu denli farklı karakterlerin her birini bu kadar net ve gerçekçi tanıtıyor olmasının sebebi bu olmalı.
  2. Gereksiz ayrıntılardan uzak, sade, akıcı, tempolu bir anlatıma önem vermiş her zaman ve yazılarını düzenleme aşamasında büyük bir kısmını silerek sadeleşmeyi seçmiş. Bu işi “vazgeçebilme sanatı” olarak adlandırmış.
  3. Hayatı boyunca savaş karşıtı olmuş ve en zor dönemlerde (1. Dünya Savaşı, Hitler Almanyası..) sanatıyla, yazarın deyimiyle “savaşa savaş açmış”. Ve hatta bu tutku onu ölüme götürecek ki yazar bu bölümü, kitap sonunda o kadar güzel aktarıyor ki ben bu yazıda öylece bahsedemeyeceğim..

“Bu dünya hassas bir kalbin yaşamasına izin vermeyecek kadar kötü bir yerdi.”

“…savaşın birleştirdiği insanların coşkusu… Savaş tüm Viyana’yı birleştirmişti. Her kesimden insanın tek bir duygu etrafında birleşmesi Zweig’in en çok istediği şeydi fakat bu, savaş için değildi… Dünya, Birinci Dünya Savaşı’na garip bir romantizmle giriyordu. Hala liderlerine güvenen bu insanlar, liderlerinin gereksiz saçma bir savaşa girmeyeceğine inanıyordu. Savaş onlara bir masal gibi geliyordu… Nefret dört bir yanı o kadar sarmıştı ki bu yapılanın bir çılgınlık olduğunu dile getirmek vatansız, hain olma ile suçlanıp linç edilmek demekti…”

Sevgilerle…

Yorum bırakın